23 Ocak 2008 Çarşamba

Yolculuk

Yazdan sonra ilk defa İzmir'deyim. Yine aynı, pek bir şey değişmemiş. Girne'deki tamtamların orası kazılmıştı, onu kapatmışlar. Hala metromsu şeyi metro sanıyor insanlar. Karşıyaka yine Yamanlar gençliğinin uğrak yerlerinden, annem hala bana sorular sorup duruyor, kardeşim hala bilgisayar başında, her şey aynı yani. Resmen şehir değişmiyor. Avrupa'da böyle işte. Mesela Zürih... Her gittiğimde aynı :)

Yolculuk güzeldi. Onur'la geldik. Kamil Koç'un Rahat isimli seferlerinden birisi, 21 Ocak 12.20 Alibeköy kalkışı olan otobüsü seçtik. Aslında yine en önde gidecektik ama benim saflığım sonucunda 28-29 numaralı koltuklarda geldik. Otobüsün bi' tarafında ikili, diğer tarafında da tekli koltuklar vardı. Oldukça rahattı.

Aslında otobüsten öncesini anlatmakla başlamak en iyisi. Pazar günü Onurlar ve ben Akmerkez'e gittik. yemek filan yedik. Sonra Onur ve ben Ortaköy'e geldik, diğer Onur da evine gitti. Önce Onur'un evini düzenledik, sonra da valizini hazırladık. Sonra sıra bana geldi. Ev zaten düzenliydi, bizim de karnımız acıkmıştı. Evde son kalan yiyecekleri tüketmek amacıyla kendimize dürüm yaptık. Yanında da asidi kaçmış kola içtik(ki ben çok severim). Sonra da benim valizimi hazırladık. Aslında sadece sırt çantamla gelmek istiyordum ama genelde 15 günlük tatil için 2 valiz taşıyan birisi olduğum için, sadece sırt çantası kadar eşyayla gelmek benim için biraz hayal olsa gerek.

Gelelim devamına. Tüm hazırlıklar bittiğinde saat 7 olmuştu ve 10da evden çıkmamız gerekiyordu. Çünkü daha Beşiktaş'tan çorap filan alacaktık. Neyse ben uyumayı teklif ettim ve bu teklifim derhal kabul gördü. Fakat 2 saatliğine uyumak bizim için pek mantıklı değildi ama bunu düşünecek vaktimiz ve enerjimiz yoktu. Gözümüzü kapattık ve açtığımızda saat 10'du. Hemen giyinip çıktık. Tabi Ortaköy'un çetrefilli sokakları engel olmak konusunda ciddi bi' başarı sağlıyordu. Sonra Onur'a uğradık. Onun da valizini aldık. Hemen bi' taksiyi durdurduk ve Beşiktaş'a gittik.

Neyse ki servisi kaçırmamıştık, hatta 10-15 dakika erken bile gitmiştik. Sonra servisimiz geldi ve fütursuz kahkahalar eşliğinde servise bindik. Sonra da Alibeyköy tesisine ulaştık. Fakat yolda giderken Kuştepe'den geçtik ve yolda vitrin mankeni satan dükkanları gördük. Çok eğleniyorum o dükkanlara bakarken

Alibeyköy'e vardığımızda otobüsün kalkmasına yarım saatten fazla bi' zaman vardı. Hep o tesislerdeki çirkin yemek satan yerler para kazansın diye yapıyorlar bunu. Ama bizim karnımız çok açtı ve kendimize birer tost aldık. O sırada ben de bi' tane Polo-Delikli Nane almak istedim ama çok pahalıydı. Aslında çok da pahalı diildi ama benim bi' sinirim üstümdeydi galiba. Satıcı adama "Çok pahalı bu" deyip Polo'mu bıraktım. Aslında o benim PoloM değildi ama, şu an çok içselleştirdim galiba.

Tostlarımızı dışarıdaki masaların birinde yedik. Beşiktaş'ta servis beklerken Bursa bileti almaya gelen, Galatasaray amblemli ceketi olan ve aslan yelesi saç kesimli abi de ordaydı. Ama sürekli eşyalarını masada bırakıp bi' yerlere gidiyordu. Bence iyi değildi o aslan tipli abi ama, neyse artık.

Sonra otobüs geldi ve yolculuğumuz başladı. Aslında her şey güzel gidiyordu. Sıra feribot kısmına geldi. Hava öyle güzeldi ki, gökyüzü masmaviydi. Martılar filan da vardı. Bir sürü martı fotoğrafı çektik. Abarttım şu an, birsürü değil, 10 tane filan...

Feribot yolculuğu sona erdi ve karadaki yolculuğumuza devam ettik. O sırada Canım Kardeşim isimli filmi izledik. Filmin altmışıncı dakikasında bilgisayarın şarjı bitti. Ama biz de Bursa'ya baya yaklaşmıştık. Bursa otogarı oldukça güzeldi. Yerde kaymaca, otogarda yağ satarım bal satarım oynamaca filan aklımıza geldi. Bunları aklımızda tutarken bir yandan da bilgisayarı şarj ettik. Derken mola süremiz doldu ve yolculuğa devam ettik.

Filmimize kalan yerinden devam ettik, son 10 dakikası kalmıştı ki bilgisayarın şarjı yine bitti. Susurluk'taki dinlenme tesisine yaklaşmıştık. O sırada Onur uyuklamaya başladı. Birkaç tane fotoğrafını çekmeye çalıştım ama otobüs sallandığı için flu çıktı. Ben de yolcuları seyrettim, müzik dinledim. Sonra mola yerine geldik, Onur uyanmadı. Ben de tek başıma inip sigara içtim. Mola süresi bitti ve yolculuk devam etti. Ama yolculuğumuzun benim için en sinir bozucu kısmı başlamıştı. İzmir- İstanbul yolculuklarımın İzmir - Susurluk arasında geçen kısmından hiç hoşlanmıyorum. Bi' sebebi yok, sevmiyorum sadece.

İzmir'e yaklaşmıştık. Onur da uyandı. Saat akşam 8 olmuştu. Ama karnımız çok acıkmıştı. Televizyon kanalını değiştirttiğimiz, herkesin uyuduğu sırada kahve istediğimiz muavin kardeşten bi' de yiyecek istesek ayıp olcaktı. Hem zaten yiyeceklere yakın bi' yerde oturuyorduk. Adamı taaa koltuğundan kaldırıp, yiyecek istemek yerine biz alıversek n'olurdu sanki? E zaten biz de öyle yaptık. Açıkta duran krakerlerden 2 tanesini izin almadan alıp (çalmak değil ama bu) yemeye başladık. Ama krakerler bizi susatmıştı baya, e su almak da omazdı şimdi. Onun için bardak filan da lazımdı. Zor iş. Zaten Manisa-İzmir arasındaki dağdan kıvrıla kıvrıla İzmir'e doğru gidiyorduk, baya yaklaşmıştık.

Sonunda İzmir'e vardık. Karşıyaka servisini bulduk. Servisin kalkmasına biraz vakit vardı, ben de bi' sigara içtim o sırada. Onur sigara kokmamak için içmedi, yanımda bekledi. O sırada servisin arka kapısından bi' kadın başını çıkarıp bi' bardak sıvıyı dışarı fırlattı. Bence işemişti ama nası yapıcak ki? Kadın vücudu için plastik bardağa işemek pek ergonomik bişi değil. Bu sorunsalla boğuşurken servis hareket etti ve biz de Karşıyaka'ya doğru yol aldık (bu fiili de hiç kullanmamıştım).

Girne Lunapark durağına gelince indik.

Servis yolculuğu boyunca gördüğümüz İzmir'de hiçbir değişiklik yoktu. Bide herkese İzmir şöyle güzel, böyle düzenli diye hava atıp duruyoruz. Ama otogardan veya havaalanından şehre girerken gördüğün manzara korkutucu. Sen o kadar hava at İzmir için, sonra da gelen adamı Basmane'nın veya Karabağlar'ın arka sokak tadındaki yerlerinden geçirerek şehre sok. Acayip.

Peki şimdi ben bu yazıyı yazdım da n'oldu? Hiiiç, öyle içimden gelmişti. Peki sen okudun n'oldu ki?

2 Ocak 2008 Çarşamba

Eski yıl sona erdi, yepyeni bir yıl geldi

Saat yine sabahın 5'i oldu, benim sabah 9'da dersim var ve uyumadım. Bu konuda bi' şeyler yapmam lazım ama nedir o 'bi' şeyler' bilmiyorum. Galiba bu saatten sonra en iyisi uyumamak ve okula gitmek, uyursam dersi kaçıracağımdan eminim çünkü.

Bir de haftaya sınavlar başlıyor. o konuda hiiiçbir fikrim yok. Tabi bir de defterini kaybettiğim sınıf arkadaşıma bu gerçeği açıklamam lazım. O işi nasıl yapacağım onu hiç bilmiyorum.

Yılbaşı akşamı denilen etkinlik benim için biraz farklı yaşandı. Saçma ve olaylı bir şekilde başlayan yılbaşı akşamım son anda yapılan br manevrayla rutin halini aldı. fakat gecenin başlangıcındaki marjinal tavır da hafızalara kazındı.

Aslında yılbaşı akşamı için adaya gidip, orada bi' pansiyonda kalmayı planlıyorduk ama bu sene için kısmet değilmiş. Pansiyonların pahalılığı, yer bulma sıkıntısı ve çevresel faktörler birleşince benim muhteşem yılbaşı planı da suya düştü tabi.

Radio Tarifa isimli grupla bu yaz tanıştım ve kendilerine bir şarkıyla aşık oldum. Yana yakıla albümlerini arıyorum ama hepsi parayla indirebileceğim sitelerde mevcut. En yakın zamanda bi' sanal kart edinip bu işe bi' çözüm bulmak lazım. Sin Palabras denilen şarkıdaki vokalin yanık sesi içime işlemekte hatta beni benden etmektedir.

Bir de Naci En Almo diye bir grup vardı, onların da bir şarkısı beni bedbaht etmekteydi, derken şarkının Vengo isimli bir filmin soundtrack albümünde olduğunu öğrendim. Hemen albümü indirdim, şarkılar çok etkileyici, vokaller yine iç gıcıklıyor. Ama ben şu an deli gibi filmi merak ediyorum. Yarın (yani bugün) okula gidip herkese sormayı, bir an önce de izlemeyi istiyorum.

Bir de geçenlerde bir kitap hediyesi aldım. Elif şafak kitaplarımın yanına bir de 'Pinhan' eklendi. Bir an önce okumayı istiyorum. Sınavlara kadar okursam çok güzel olur aslında. Çünkü eminim sınava çalışmamak için Pinhan'ı kendime bahane olarak sunacağım. N'olcak benim bu halim bilmiyorum...

Ben bu yazıcığı bitirene kadar saat 6 oldu bile. bu saatten sonra en iyisi uyumamak ve okula gidip sınıf arkadaşıma acı gerçeği açıklayıp utanmak.