28 Mart 2011 Pazartesi

a.k.a. Serena Van der Woodsen

Peki saatler henüz ileri alınmış iken ve artık hava daha geç kararacakken, sabah saat 5'te beni yatağımdan kaldıran sebep nedir a canım, a ciğerim, söyle neyleyelim? Cevap, tabii ki sevgili Gossip Girl. 25'ini tamamlayıp 26 yaşından eser miktarda gün almış biri olarak Gossip Girl izlememi lütfen yadırgamayın. Kızlar güzel, oğlanlar var, zenginlik, para filan. Amaan ulaşılmaz hayatlar, katharsis, hep aynı terane işte.

O diil de, hayat ne saçma diil mi? Mesela geçen akşam gittiğimiz konserden sonra "after" yapmak üzere birilerinin evine doğru yola çıkmamız ve sonrasında gittiğimiz yerin ev değil, bi bisiklet tamirhanesi olduğunu görmem mi ilginç? Yoksa "ev" sahibinin Suriye asıllı Ufuk isminde biri çıkması mı? Daha da ilginci brother Ufuk'un Türkiye'ye gidip sadece Sivas'ı görmesi mi? Son bomba evdeki köpeğin isminin Kalbi olması mı? Yuh artık!

Gossip Girl diyordum, bence Serena gayet güzel. Bir de o dizinin Türk versiyonu vardı, hiç izlemedim (yurtdışında olduğum için) (oh my gosh) ama Serena rolünü Sinem Kobal oynayacaktı, milli Selena'mız. Bence çok doğru seçim. Fiziksel benzerlik bir yana, konuşmaları bile benziyor.

Neyse bloga yazma sebebim Gossip Girl demiştim. Bir an düşündüm, "Saat olmuş sabahın 5'i, ne arıyorsun burada Zekiye, sabahlara kadar Gossip Girl izlemek de neyin nesi?" diye sordum kendime. Günlerdir depresyonun eşiğine kadar gelip sonra bir adım geri gidiyorum. Hani bazen bi bakarsın ve kendinde sevecek hiçbir şey bulamazsın ya, "neyim lan ben" dersin; işte öyle bir haldeyim. Acınacak bir haldeyim dersem çok mu abartmış olurum acaba? Belki de abartıyorum, hani herkes biraz depresif olduğunda kendine yüklenir ve bundan zevk alır ya, belki benimki de öyle bir şey. Ama şu aralar kendimi hiç sevmiyorum, yaptıklarımı, söylediklerimi, hatta bu yazıyı da.