29 Ekim 2008 Çarşamba

Bazı bazı

Küçükken annemle çarşıya giderdik. Daha çarşıya varmadan dondurma isterdim, annem de alırdı. Sonra çarşıdayken bi daha isterdim, annem bu sefer almazdı. Çarşıdan dönerken bi daha isterdim, annem yine almazdı. Çok şımartılmadım ama hep çok istedim. Meğer ben yetinmeyi bilmezmişim.

Bir de Onur dedi, bazen kendimi zorlayıp sabrediyorum ama sabretmeye sabredemiyorum. Yani şunu demek istiyorum, bir şeye sabrederken uslu uslu yerimde oturmayı beceremiyorum. Kendi sabrıma şaşıyorum, sabrediyor olduğuma şaşıyorum, kendimi bununla boğuyorum.

Meğer ben büyümüşüm de haberim yokmuş.

Bi de keşke dünya bana ve size ve pek çoklarına öğretilenlerden farklı bi düzende işliyor olsaymış. Önkabuller olmasaymış mesela. Yemişim Aristo'nun klasik mantığını. Bende işe yaramıyor öylesi.

Bir de konuyla alakalı gibi görünen bi şarkı vardır, Yeni Türkü'den gelsin hepinize: Meğer gülüp geçmişim aşkın yanından

22 Ekim 2008 Çarşamba

Günlük

Ne çok şey oldu, ne çok şey gördüm, okudum, duydum, yazdım. Hepsi geçip gidiyor hem de korkunç bi hızla. Geriye evinde bi başına oturup bunları düşünen biri kalıyor.

Önce bayram oldu, Eskişehir'e gittim. Babaannemin köyüne gittik. Bu sefer güzeldi, hava sıcaktı, güneşliydi. Köyde gezindim, fotoğraflar çektim. Tam bi şehirli özgür kız modeliydim. Hatta bi ara "İnsanlar burada nasıl yaşıyor?" ukalalığına bile ulaştım, hem de hiç utanmadan. Hava tertemizdi. Koyun sürüleri geçti. Sonra tarlaya gittik. Ayçiçeği kopardı babam. Taze çiğdem çitledim. Araba kullandım, çok heyecanlıydı.

İstanbul'a döndüm, Nurten'e ev tuttuk. Yanıbaşımda oturuyor. Mors alfabesini öğrenmeye karar verdik, zira duvara vurarak anlaşabiliriz. O derece yani.

Sonra Antalya'ya gittim. 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali vesilesiyle (böyle uzun uzun yazınca daha afilli duyuluyor, ama bi o kadar da yapmacık). Bir sürü film izledim. Adını beğenmediğim için izlemediğim film Altın Portakal'ı aldı. Neyse buna çok da üzülmedim. Sonuçta ismi kötüydü yani, hala da kötü. Pazar - Bir Ticaret Masalı diye film adı mı olur yahu? Kırmızı halıda yürüdüm. Denize girdim. Suyun yüzeyindeki 3cm'lik bölüm dışında geri kalanı sıcacıktı. Parmak arası terliklerimle sokaklarda dolaştım, çok keyifliydi. Dünyanın en güzel çantasını gördüm ama çok pahalı olduğu için alamadım. Bolca çiğdem çitledim. Otelde kaldım. Şarap içtim. Kaldığım otelde alt kattaki öğrencilerin (kim olduklarını bilmiyorum) camına taş attım. O da yetmedi banyodaki sabunları kırıp attım. Sürekli abur-cubur yedim. Beş yıldızlı otelden fincan çaldım. Sevgilime ve Onur'a hediye aldım. İnternete giremedim, boşu boşuna bilgisayarımı taşıdım. Yeni bi bavul aldım. Kandırılıp bi fuhuş oteline götürüldüm, korkarak kaçtım. Başıma bi şey gelmedi çok şükür. Uçağa binip korktum. Bir sürü insan tanıdım. Ülkemin haline ve üniversitelerine üzülerek baktım.
İstanbul'u özledim.

Sonunda döndüm. Doğum günüm oldu. Hediye aldım, mum üfledim, pasta kestim, sarhoş oldum.



Ama şimdi oda-ev'imde beynimde sürekli aynı kelimeyle oturuyorum.

5 Ekim 2008 Pazar

ba-ba-ba-ba

Hani bazen olur ya, bi şarkı dinlemek istersin ama hangisi olduğunu bilemezsin. Albümler arasında dolaşır durursun, önüne geleni eklersin, sonra da bi müzeyyen bi regina spektor dinleyip kafanı - kafaları karıştırırsın.

Bu akşam Beşiktaş'ta oturuyorduk. İki gündür arkadaşıma ev arıyoruz. Bi yere oturup birer çay, kahve filan içelim dedik. Annem aradı, baban yüz felci olmuş dedi birden. O da nasıl söyleyeceğini bilemedi, dolandıramadı, beceremedi yalanı, dolanı. Kelimeler ağzından paldır küldür düşüverdi. İçim ürperdi o an. Birisi koca bi kepçeyle içimden bi kase sıcak kan aldı, sonra da ekmeğini içine doğradı. Aynen böyle oldu işte. Nereye gideceğimi filan bilemedim. Beşiktaş'ı tavaf ederek telefonda konuşmuşum, arkamdan gelenin sesini duyamadım, algımı yitirdim.

Sonra arkadaşlarım anlattı, çok kötü bir şey değilmiş. Ama babamı her gördüğümden farklı olarak görmeyi -beynimdeki resmi anlatmak istemiyorum, hatta o resmi silmek istiyorum bi an önce- tasavvur edemiyorum.

Eve geldim geleli yüz felciyle ilgili bir şeylere bakmadım. Bilmek istemiyorum onun ne olduğunu, geçip gidiversin hemen, ben onu tanımadan, tanışmadan. Öyle hayatımda birkaç kere bankada gördüğüm bi kadın olsun o. Ama hiç tanışmayalım mümkünse.

Belki cidden çok önemli bir hastalık değil ve hemencecik geçiyor ama ismi çok kötü. Rahatsız oluyorum. Babamın yaşlandığını kabullenemezken bu kadarı fazla geldi bana.