29 Haziran 2011 Çarşamba

bir hafta

O oo yine ben. Ya kim olacaktı diyenler olabilir tabii. Uzun bi ara oldu, onu kastetmiştim aslında. Neyse çok komik olmadı.

İstanbul'dan ayrılalı neredeyse bir hafta oluyor. Yarın da Montpellier'den ayrılıyorum. Hayatım uzunca bi süredir bi yerlere, insanlara bağlanıp ayrılmaktan ibaret. Tiksindim artık. Her seferinde de kendimi bok gibi hissediyorum. Skata diye okunur Yunanca'da.

Yaşadığım yerlere, insanlara inanılmaz bi adaptasyon ve
alışma kabiliyeti taşıyorum. Hiç öyle övünmek için söylemedim, aslında pek de güzel bi şey değil, hele benim gibi gezenti tiplerdenseniz. Mesela şimdi Montpellier'den gidiyor olmak çok üzüyor beni. Yine gelirim tabii. Eğer yazarsam ve böylece savunulacak bi master tezim olursa Eylül ayında savunmaya gelmem gerekiyor zaten. Ama benim üzüntüm öyle değil. Mesela bir daha bu odada kalamamak, buranın bir daha bana ait olamamasına filan içerliyorum. Bir daha Arıza Hanım'la aynı sandalyeye oturup, sırt sırta (!) yemek yiyemeyecek olmak filan, basit şeyler yani. Bakıp bakıp üzülmek için fotoğrafını da koyuyorum buraya.
Öte yandan Paris'e gidiyor olmak da heyecanlı bir şey tabii. Her ne kadar yapacağım staj çok sıkıcı olma riski taşıyor olsa bile. Beş parasız olmam da cabası. Cidden çok parasızım be atam! Paris'te bi oda kiraladım. Ev arkadaşlarım evli bi çiftmiş, pek evde kalmıyorlarmış ve çok saygılı insanlarmış. Ben duyduğumu söylüyorum, tanıyıp göreceğiz.

Az önce bi blog okudum yine Berlin'e gidesim geldi. Keşke Paris de Berlin veya Porto gibi bi şehir olsaydı. O zaman çok severdim bak. Ama Paris çok sıkıcı. Aslında şehir güzel olabilir ama insanları mutsuz. Metroya bindiğinizde etrafta bir sürü nefret eden bakış. Defolun demek isterdim ama "sen kim oluyorsun yavrum" diye yapıştırırlardı cevabı. Dil de pabuç!

İşin Türkiye kısmına gelirsek; yaklaşık 1,5 ay boyunca Türkiye'deydim, İzmir'de. Babam kalp ameliyatı oldu. Ne sinirdi ulen! Hastaneler iğrenç yerler. Allah düşürmesin valla. Ha bu arada o iğrenç Şifa Hastanesi'ne kimse gitmesin nolur. "Burası özel hastane, sizinki gibi zor ve riskli ameliyatları almayız çünkü sene sonunda şu kadar bypass ameliyatı yaptık ve %100 başarılıyız demeyi tercih ederiz" diyen sağlık politikasının içine tüküreyim ben!

Her Türk'ün yaptığı gibi ben de bir sürü hastane anısı biriktirdim. Zaten bi hastane anıları bir de askerlik. Onlar da olmasa ne yapardık bilemiyorum. Neyse, insanın babasını öyle görmesi tarif edilemez. Ben tepkimi kusarak gösterdim. Ameliyattan çıktıktan sonra 1 gün boyunca uyuttular babamı. Odasına ilk getirdiklerinde daha hemşire sözünü bitirir bitirmez tuvalete koştum. Korkmaktan, iğrenmekten filan değil, aciz bedenim ne yapacağını şaşırdığından "sen en iyisi bi kus zekiye" dedi. Ailevi nedenler dışında da Türkiye iğrençti. Tam seçim öncesi, tadından yenmez bi haldeydi. Çok çirkin lan! Resmen o ülkeyi çirkinleştirmek için her şeyi yapıyoruz. Yaptığımız her şey, binalar, afişler, seçimler, konuşmalar, hepsi ama hepsi çok çirkin. Bir tanesinin içinde bi güzellik yok. Önemli olan iç güzellik diyenin dilini koparırım!

Dönmeden 2 gün önce de İstanbul'a geldim. Tamam, güzel şehir ama bana pek güzel değildi.

Hayat böyle geçiyor işte. Son bir haftamı ayrılmakla geçiriyorum. Sonumuz hayrolsun.

Uzaylı Zekiye haber ajansı, Montpellier, Fransa

Gitmeden; kardişim hatırlattı, şu şarkı ne güzeldir: http://fizy.com/#s/1lw2yr