28 Eylül 2008 Pazar

içsel geyik

Bilindiği üzere Ocak ayının 19. gününden itibaren Fransa'nın Bordeaux şehrinde yaşamıma devam edeceğim. Koskoca hayatı düşününce Fransa'da geçireceğim altı ay kısacık geliyor olabilir amma, şimdilik bana uzun geldi bu süre.

Asıl mevzuya dönecek olursak; bu akşam biricik sevgilim ve ondan biricik arkadaşım beni Fransa'ya kargoyla yollama fikrini ortaya attılar, hatta büyük valizlere sığacağım üzerine fikir bile yürüttüler. Ben de kendimi bir valizin içinde kıvrılmış bir halde hayal ettim hemencecik. Bu bende sık rastlanır bir durum oldu, bir keresinde bi arkadaşım "zeka küpüsün" dediğinde de kendimi bir küp olarak düşünmüştüm. Tabi benden kübist bir Picasso çıkmaz ama en azından kendimi küp gibi düşünebiliyorum. Yani bir Picasso gözü var bende, hayata karşı Picassovari bir duruşum var. Neyse efendim geçelim bu hoş-beşleri de, kendimi vakumlu poşetin içinde gibi hissediyorum. Böyle elektrik süpürgesiyle tüm havam alınmış gibi. Akmaz kokmaz, ama ses de çıkmaz, kıvrılmaz, eğilip bükülmez. İçimden bişi çıktı bu aralar ama nedir anlayamadım.

Bir tarafım da diyor ki;

"Amaaan zekiye, bırak bu işleri, devlet su işleri..."

23 Eylül 2008 Salı

All i want*


Oh she is watching me
And her eyes they flow
With fond and tender pain
I know
Time laid out a road
We have walked alone
Never meet again
Now I know finally
I've never been alone
I just couldn't see
That like
The swirling of the sea
Life's a mistery
That brings me back to you


Oh, we put round our world
Chains that we denied
Yes we dreamed that we were free
And this was our downfall
With no place to go
We drift eternally
Now, I know finally
I've never been alone
I just couldn't see
That like the swirling of the sea
Life's a mistery
That brings me back to you



*Jehro, Jehro (album éponyme), All I Want

14 Eylül 2008 Pazar

Düşmek

Nerelerden başlayacağımı bilemedim. Fazla düşünmeye ne hacet, "o akar akar..." diyordu bir arkadaş, öyle yapıyorum ben de.

Eylül de bitiyor. Bir yaz daha geçip gitti. Sonbahar geldi. Üç gün sonra İstanbul yolcusuyum. Bavulum filan hazır değil, hatta bavulum kırık. Yeni bir tane almak lazım. Birçokları gitti, kimi Nantes'da, kimi Paris'te; bense hala güzide ülkemin sınırları dahilindeyim.

Ölüdeniz'i gördüm bu yaz. Hatta katıldığım tekne turunda teknenin üst katından denize atladım. Muhteşem bir histi. Ölmek gibiydi. İki veya bilemedin üç saniyenin bu kadar uzun olacağı aklıma gelmezdi hiç. Bu gece o hissi tekrar yaşadım. Meğer kendimden bahsetmek ne zormuş. Yüksekçe bir yerden düştüğümü hissettim. Bu sefer de birkaç saniyelikti, upuzundu yine.

Başka bir yerden bakmak gerekirse eğer, hani Freud sexualité de l'enfant'da çocuğu beş evreye ayırıyordu ve bunların ikincisi le stade anal'di ya, sanırım ben o evrede kaldım. Bir şeyleri saklamak sonra da birden ifşa etmekten aldığım haz bambaşka. 1,5 ile 3 yaş arasındaki o 18 aylık sürece doyamamışım anlaşılan. En basitinden kendi psikanalizimi de yapıverdim ayaküstü.


Sabah oldu İzmir'de. Tüm sokak en güzel uykusunda. Hani Güneş'in doğmadan önceki maviliği var ya, hastane mavisi gibi, işte etraf tam o renk. Sokak lambaları da söndü. Balkona çıkıp birkaç fotoğraf çekmek güzel olur. Sonra da bit pazarına gidiyoruz. Gasp edilmeden dönersem gördüklerimi yazarım.