31 Aralık 2008 Çarşamba

İki sıfır sıfır dokuz

Blog aleminde adet olduğu üzere ben de bir yeni yıl geliyor, eski yıl şöyle böyleydi yazısı yazmaya karar verdim.

Şimdi 2008'i özetlemek zor. Bi dolu şey oldu işte, oldukça da yazdım buralara, anlattım, konuştum. Aslında ben sevmiştim 2008'i. Sanırım 8 rakamını sevmemden ileri geliyor bu sempati. 2009 derseniz, ondan pek bi şey beklemiyorum. Tek sayılardan bi 5'i bi de 3'e katlanabilirim. Geri kalanını at çöpe. Bana çift olanlar daha güzel geliyor.

2009 yılı bu burun kıvırışımı hissetmiş olmalı ki ilk günlerini hastalıkla karşılamam için bana hoş bi sürpriz yaptı. Yaklaşık 22 saattir yatıyorum. Sümüklüyüm. Öksürürken ciğerim yırtılıyor gibi oluyor. Mümkün olsa elimi boğazımdan içeri sokup oraları bi güzel temizleyip gazlı bezle sardıktan sonra elimi tekrar dışarı çıkarmayı planlıyorum. Hadi hayırlısı. Yalnız gerçekten 2009 bu sayı muhabbeti yüzünden bana kıl olup, beni virüs bombardımanına tuttuysa eğer, 2008'e çok kırılırım bilesiniz. Yani sonuçta 2008 onu sevdiğimi biliyordu, bir şeyler yapabilirdi diye düşünüyorum.

Ben yılın son günleri hasta, mutsuz ve Erasmus konularına kafayı takmış bir şekilde geçiriyorum. 2009'dan da pek bi şey beklemiyorum, bi öncekinden ne eksiği olur ne fazlası. Böyle yuvarlanıp giderim herhalde. Ama yine de tüm iyi niyetimle herkese iyi yıllar diliyorum. Yeni yıl için temennilerim de doğalgaz, elektrik fiyatlarının ucuzlaması, dünyanın tüm güzel ayakkabılarının fiyatının 1 lira olması, sigara fiyatlarının düşmesi, kimsenin hasta olmaması, Erasmusla ilgili her şeyin güzelce hallolması, paramın bitmemesi veya bittiği gün yeni paramın gelmesi, belediye seçimlerinde akp ve chp'nin hiçbir ilçede kazanamaması, sinema biletlerinin ve uçak biletlerinin ucuzlaması, Tolga'nın çabucak dönmesi, Beyazçorap'ın projeden geçmesi, zeynep'in sakatlanmadan hayatına devam edebilmesi, Onur'un mutlu olacağı bi işte çalışması, üniversitelerden çıkarılan asistan öğrencilerin tekrar işe alınması, milliyetçilik denilen boktan zırvanın ortadan kalkması bi de uzaylı zekiye'nin daha çok rüya görmesi.

Hadi hepimize mutlu seneler

27 Aralık 2008 Cumartesi

Bir telaş, bir heyecan

Sonunda passifloramı aldım ve rahatladım. Pek bi iyi hissediyorum kendimi. Biraz fazla konuşuyorum ama o da nazar boncuğu olsun diyelim.

15 Ocak'ta gidiyorum. Garip bir şeyler hissediyorum vücudumda. Bir yandan çok heyecanlıyım bir yandan da böyle saç diplerim sızlıyormuş gibi bi şeyler oluyor kafamda. Gitmek ne acayip şey. Günler geçiyor, şunlar bunlar oluyor, dedikodular, eğlenceler, kahkahalar, kavgalar filan derken bi dünya anı kalıyor elinde. Sonra da kalkıp bi yere gidiyorsun tüm o hafızanda kalanlarla. Aslında bi yandan çok da keyifli. Daha doğrusu değişik bir ruh hali ve deneyimlemeye değer (bu deneyimlemek kelimesi de çok mu akademik kaldı ne?).

Depresyonum geçiyor gibi. Aslında tam emin değilim ama şu aralar acilen ilgilenmem gereken konular olduğu için onlara yöneldim. Bir de kendi kendime dedim ki, ulan zekiye, bi insan ol da kendine gel dedim. Ne bu böyle triplerde filansın, zaten gideceksin birkaç gün sonra, şu kalan günlerinden keyif almak yerine sen somurtup oturuyorsun. Aslında bunları daha önce de söylemiştim, söylemişlerdi ama ben yeni aydım diyelim. Haniymiş benim günlük dertlerim diye bi sevesim geldi normalleştirdiğim sorunlarımı. Galiba insan hayatı ancak böyle şeylerle katlanır kılabiliyor. Ne acayip varlıklarız yahu, kendimize dert arıyoruz ama çok okkalı olmasın, şöyle günlük çerez çiğdem niyetine olsun ki tadı çıksın diyoruz, sonra da bunlarla uğraşırken yuvarlanıp gidiyoruz. Değişikmiş. Buradan hayatın anlamını arayanlara sesleniyorum, cevap verin ayol, neden yapıyoruz böyle saçma sapan işler?

Erasmus için bazı şeyler yapmak gerekiyor. Dün kendimize yapılacaklar listesi hazırladık. Listenin başında klozet kapağı örtüsü almak, bolca külotlu çorap götürmek gibi şeyler var. Akıllara zarar diyorum.

Ya bir de ben çok korkuyorum aslında. Ama bi yandan bu korkudan da zevk alıyorum.
N'apıcam ben oraya gidince?

23 Aralık 2008 Salı

Bişi dicem

Kaldırımlara sümbüli bir yağmur inerdi
Ve tiz bir kadın sesinde bir devir inlerdi*



* Aysel Gürel (Sezen Aksu'nun Git (1986) albümündeki Ah Mazi isimli şarkıdan)

22 Aralık 2008 Pazartesi

Hayatımın anlamı

Bazen çok şey istiyor gibi gözükebilirim ama aslında öyle değil. Birazdan burada sıralayacağım üzere hayatımda birkaç tane şey istiyorum.

Öncelikle hayatımın elbisesini bulmak istiyorum. Böyle ne çok kadın kadın gibi olsun ne de çok salaş dursun. Rahat ve feminen olsun. Ama bu rahatlık ve feminenlik optimum seviyede olmalı. Her iki kavram da beni tatmin etmeli, fazlası zarar.

Hayatımın ayakkabısını istiyorum ki kendisini bundan dört yıl önce bulmuştum ama maalesef artık parçalandı.

Hayatımın pantolonunu istiyorum. Onu da bulmuştum ama o da eskidi ve üzerimde paralandı resmen.

Hayatımın badisini (!) istiyorum. Onu da bulmuştum, böyle puantiyeli, bebe yaka bir şeydi. Ama o da eskidi. Yırtılmak üzere olduğu için giymeye korkuyorum.

Hayatımın ceketini istiyorum. Aslında pembe uzun ceketim olabilir ama o bazen çok ince kalıyor.

Hayatımın çantasını arıyorum.

Hayatımın çizmesini istiyorum. Aslında hayalimde var bi çizme ama henüz hiçbir ayakkabıcıda kendisine rastlamadım.

Hayatımın hırkasını arıyorum. Böyle ömrümün hırkası olsun. Hem sıcacık olsun, yumuşacık, hem de hantal bi şey olmasın.

Bunların hepsinden birer tane olması kâfi gelecektir. Ama lütfen eskimesin. Eskiyince çok sinirleniyorum. Ben o kadar uğraşmışım onu bulmak için, sen tut eski. Olacak iş değil.

20 Aralık 2008 Cumartesi

Yorgancı'nın Kızı Zeynep'e açık mektup

Pek muhterem dostum Zeynep,

Çok sevişmezdik öncesinde biz seninle. Kötü de değildik ama, bana Zeynep deseler uzun kızıl saçlı bir de hep uykulu gibi derdim. Şimdi daha çok şeyim var söylemek için. Sanırım birini tanımak böyle bir şey.

Gitti ya bizim kızlar, biz de başbaşa kaldık. "Ben sana mecburum bilemezsin / adını mıh gibi aklımda tutarım" gibisinden değil belki ama ona benzer bir şeyler. Olsun be, iyi de oldu. Öyle hep uykulu değilmişsin sen, sırf bunu anladığım için iyi oldu diyorum. Başka meziyetlerin de varmış, misal birkaç dango figürü biliyor olmak, sonra garip cümleleri yakalayıp "oo extrem devrik", patlangaç, bombastik gibi sözler icat etmek, efendime söyliyim fotoğraf çekmek, benim fotoğraflarımla oynamak, fotoğrafları bana vermek için beni yalvartmak (ki hala sette çekilen fotoğrafları vermedin)... Bu liste uzar gider.

Neyse efendim, gelelim mevzuya, 18 Aralık doğum günündü. Bi hediye alamadım, bildiğin üzere battım. Sadece hediye alamamakla kalmayıp bu akşam dışarı çıkma tekliflerin karşısında da sessizliğimi ve gudubetliğimi korudum (gurur duymuyorum). İşin özü hem parasızım, hem de mutsuz. Halim yok hiçbir şeye. Ama düşünmeme engel değil bu, o yüzden ben de hemen o nohut beynimi kurcaladım. Düşündüm de, biz seninle iyi anlaşıyoruz, iyi de arkadaş olduk. Şahsen ben seni pek bi sevdim. İşte bu sebeple duysun tüm ahali, geçmiş doğum günün kutlu olsun.

17 Aralık 2008 Çarşamba

Bi 8 gün susmak istiyorum

Öyle gençler öyle, susmak istiyorum. Böyle ağzımı bıçak açmasın, çok isterlerse ağzımı bıçakla kessinler. Dudaklarımı filan yarsınlar, kanlar aksın etrafa. Kan ne kötü bi şey yahu. Zaten bu akşam su damacanasını açarken bıçak kullanmak zorunda kaldım, parmağımı öyle bi kestim ki; için için sızlıyor şimdi. Sızladıkça üstüne bastırasım geliyor.
"Niyazi, yani Niyazi..."

2 Aralık 2008 Salı

Bayram arifesi

Semtimizin kazık marketi Namlı, bayramlık şeker ve çikolataları çıkarmış yine piyasaya. Biz de beyazçorapla geçen bayram da aldığımız çakıl taşı şeklindeki şekerlerden aldık. Ben bir de içi antep fıstıklı drajelerden aldım. Pek bi güzeller.

Eve gelince şekerlerimi kaseye doldurdum. Üç gündür avuç avuç yutuyorum. Bugün Onur gelirken bana bonibon almış. Onları da boşalmak üzere olan kaseye ekledim ama nafile! Kasenin dibi göründü.

Amaan, bi de kendimi bunun için üzemeyeceğim. Buraya yazarken bi avuç çakıl taşı yutmak gibisi de yok be anacım.

İhbar niteliğinde not: Beyazçorap bayramda ilaçlı çikolata yapıp kapıya gelen çocuklara onları dağıtmayı planlıyor.