12 Mart 2010 Cuma

Canım çeker öperim, canım çeker severim

Araştırılması gereken okullar, yapılması gereken master başvuruları, yazılması gereken motivasyon mektupları, başvurulması gereken burslar, okunması gereken kitaplar, yazılması gereken bir lisans tezi, taranması gereken gazeteler, hazırlanması gereken haberler, çıkarılması gereken bir dergi, okunması gereken notlar, girilmesi gereken dersler

bunlara ek olarak alınması gereken kıllar, temizlenmesi gereken bir ev, yıkanması gereken çamaşırlar, bulaşıklar, yapılması gereken banyo, ütülenmesi gereken kıyafetler, düzenlenmesi gereken çekmeceler, atılması gereken çürük domatesler

ve daha niceleri beklerken ben uyuyorum. Hem de öyle böyle değil; her gün 10 saat uyumadan kalkmıyorum. Canım hiçbir şey çekmiyor (bkz. içeriğe uygun başlık).

3 Mart 2010 Çarşamba

Hatta unut ne varsa verdiğim al götür öyle git

Birazdan yazacaklarım arasında doğrudan bir bağlantı aramayınız. Aralarındaki tek ortak nokta, tüm bu yazacaklarımın buluştuğu beden ve hayattır. Tabii ki kendi hayatımdan ve benden bahsediyorum.

Sanmayınız ki bu blogu unutmuştum. Tam aksine sık sık bakıyor ve her baktığımda da o korkunç fotoğraflarımı gördükten sonra ortalığa yayılmış pis bir osuruk kokusu duyunca yaptığım gibi suratımı buruşturup sayfayı kapatıyordum.

Hayatımda yaşadığım gel-git dönemlerinden ve kafa karışıklığından mütevellit neler yazacağımı bilemiyorum. Ancak şunu belirtmeliyim ki çok mutsuzum. Danalar gibi mutsuzum ulen! Bakmayın öyle orada burada ahkam kestiğime, içimde ne fırtınalar kopuyor bir ben bilirim.

Korkunç final dönemini müteakip bastıran çetin kış koşullarıyla savaşıyordum ki gönlümde bir yangın başladı sevgili insanlık. Ha insanlık demişken, bir dostumun da zamanında söylediği gibi benim insanlıkla bir problemim yok; hülasa hümanist biri olduğumu söyleyebilirim. Benim problemim insanlarla.

Neyse, gönlümdeki yangın diyordum, erkeklerin büyük (ama cidden büyük) bir çoğunluğunun puşt olduğunu fark ettikten sonra gönlümde aniden başlayan yangın yine aniden sönüverdi. Üzgünüm ama hepiniz olmasa bile birçoğunuz puştsunuz sevgili pipililer.

Final döneminden sonra gelen yarıyıl tatilini ev-iş-ev sarmalında geçirdim diyebilirim. Gece 2'de eve geliyor, 4 gibi uyuyor, akşam 6'da kalkıyor 8'de yine işte oluyordum. Çok eğlenceli dimi? Daha da eğlencelisi, bir gün öyle bir uyumuşum ki (bkz. ölümüne uyku) akşam 22.30'da gözlerimi açtım ve işe gidemedim.

Zamanı iyi kullanma yöntemlerini bi güzel pratik ettiğim tatil döneminden sonra zillerin çalmasıyla birlikte (eteklerimdeki zillerden bahsediyorum) tekrar okul başladı. Kayıt filan derken bir de DELF sınavına girdim. Hatta 2 gün önce sözlü sınavı bile vardı. Neyse bu konulara hiiç girmek istemiyorum.

Gel zaman git zaman bugünlere kadar geldik. Şimdi sorarım size, hayatı iş, okul, aşk-ı memnu ve lost izlemekten ibaret olan birinin nasıl olur da blog yazması beklenir? Şu bomboş hayatım ve çöplük beynimin en güzel özeti budur sevgili insanlık.

Bir sonraki yazımda bizim programın daimi konuğu olan Nazlı Ilıcak'ın ne kadar nemrut bir insan olduğuna değinmeyi planlıyorum. Bakalım.