7 Temmuz 2010 Çarşamba

Ay başım nası ağrıyor anlatamam.

Bu ay da her zamanki gibi muayyen günlerimin acısını sevgiliden ve gözüme kestirdiğim esnaftan, dolmuş / otobüs şoföründen ama en çok da kendimden çıkarıyordum ki bir de ne olsun? İstiklal'de yürüyordum, bir grup insan, ellerinde "Türk Solu" yazan pankartlar, ağızlarında "Şehidine sahip çık" sözleriyle etrafı inletiyordu. Birden gözüme bi pankart ilişti

"İdam cezası geri gelsin, Apo asılsın"

E be cibilliyetsiz, e be kendini bilmez Türk solcusu, o ceza yüzünden asılmadı mı senin ağa babaların? Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Bu nası bi şey yahu? Bu ne şuursuzluktur? Bak yine çok sinirlendim.

Ben böyle sinirli sinirli yürürken ve sevgili 2 metre arkamdan bana yetişmeye çalışırken tramvay durağına yaklaştık. İleriden gelen tramvay birden duruverdi, arkasına bi vagon daha bağlamışlar, olmuş sana gezici sahne. Sahnede de bi grup vardı. Şarkı biraz şeydi ama olsundu (!!!). Siz sevgili okurlarımı uzun zaman ihmal ettiğim için hemen kaydettim olan biteni. Eve gidince bloguma koyarım dedim. İşte böyle bir şeydi


Onlar öyle ilerlediler, müzik gitti yerine kalabalığın sesi geldi. Tabii ki hayat tüm hızıyla sürüyordu. Daha otobüs durağına varmadan meydandaki koca sahnede bi şeyler oluyordu. Hemen gidip baktık. La Compagnie Bis Repetita 360 isimli bi Fransız grubun performansını izledik. İnanılmazdı. Bi kadın ve bi adam daire şeklindeki metal bi konstrüksiyonun üzerinde / etrafında / içinde / dışında ve her yerinde acayip acayip hareketler yaptı. Ben de o estetik ve vücut hakimiyetini ağzımı ayırarak izledim.

Ne güzel lan. Hep böyle müzik olsun, dans olsun, bi şeyler olsun sokaklarda. Bence öyle olursa hepimiz unuturuz Kürt sorununu, şunu bunu. Mesela yanımda oldukça fakir bi amca duruyordu izlerken. Bitince çılgınca alkışladı. O unutmuştu misal. Ben de unutmuşum 'Türk Solu Adam'a olan kızgınlığımı.

Sonra eve geldim, televizyonu açtım Nuray Mert ve Nazlı Ilıcak konuşuyor. Hayır Nuray Mert'i severim de, Nazlı Ilıcak'tan hiç hazzetmem o ayrı. Ama mesele bu değil; baktım baktım ve konuşmanın, dinlemenin boş olduğuna karar verdim. Bence onlar da farkında boş olduğunun. Mesela Nazlı Ilıcak Bodrum'da tatilde, program için İstanbul'a geliyor herhalde. O da farkında hayatın Bodrum'da yoğurtlu semizotu yerken daha güzel olduğunun. Ee o zaman kime, neye dert anlatıyoruz? Ya da niye bu kadar çok konuşuyoruz ki?

Aman neyse. Benim de başım ağrıdı zaten. Ha bu arada ben mezun oldum. Nasıl bir şey diye sorarsanız, hani böyle yaymak denir ya, öyle bir şey işte. Öperler