9 Mayıs 2008 Cuma

f


Kimse aramasın beni, kimse merak etmesin.
Öyle gündelik eğlencelerle vakit geçireyim.
Sonra her şeyden sıkılıp dünyanın başka bi şehrine gidip tek başıma gezineyim. Kolumda saatim olmasın, marketteki kasiyer kızın kolundan fırsat bulup saati öğrenmeye çalışayım.
Sonra Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü 3 saatte okuyup bitireyim.
Hemen arkasından Huzur'u okuyayım.
Hayri İrdal benim arkadaşım olsun, birlikte tembellik yapalım.
Bana Hayri'nin sessizliğinden, umarsızlığından yakınanlara gülümseyip geçeyim. Bir roman kahramanı olayım.
Misal Kürk Mantolu Madonna olayım ben.
Her okuyan aşık olsun bana da.
Sergide kendi resmimin önünde saatlerce dikilen adamı dikizleyeyim.
Sonra onunla tanışalım.
Mantom da olsun ama, kürk olması şart değil.
Ya da ben hemen bir roman yazayım, herkes sevsin romanımı.
Ama kimse bilmesin onu benim yazdığımı.
Ben hala okulda manken taklidi yapmak veya garip sesler çıkarıp şarkı söylemekle meşgul olayım.
Sağır siyah bir yorgun yol olayım ben.
Veya benim kalbim kırmızı olsun.
Ya da o şarkı bana yazılmış olsun.
Her akşam 300 tane rüya göreyim ben.
Sabah kalkıp hepsini defterime geçireyim.
Sezen'le Müjde arkadaşım olsun.
Akşam bana gelsinler, böyle alakasız bi saatte.
Sezen gelirken kurabiye yapmış olsun.



Ya da en iyisi ben F olayım.

çünkü aynı şiiri iki kez duymak zor

8 Mayıs 2008 Perşembe

Meğer uykudan ölünürmüş

Bugün bi film izledik, şirin kızla beraber. Uyku üzerine bi belgeseldi. Filmde dünyanın birçok yerindeki uyku üzerine çalışan klinikler ve bu klinikte tedavi gören hastalar konu ediliyordu. Hastalıklardan bi tanesi korkunçtu. Hastalığın adını şu andan hatırlamamakla birlikte aileden gelen bir nevî uyuyamama hastalığı olduğunu söyleyebilirim.

Hasta adamın yüzü çok kötüydü, zaten belgesel tamamlanmadan ölmüş. Uyuyamamaktan ölmek.

Uykuyla ilgili problemi olan birçok insana ait görüntüler vardı. Belgesele konu olan insanların uyurken çekilmiş görüntüleri de vardı. Açıkçası beni biraz ürküttü o görüntüler. Garip garip şeyler oluyordu. Mesela bi adam her nefes alışında uyanıyordu, ama o uyandığının farkında değildi, yani bilinci açık olmuyordu her uyanışında. Bir tanesinin de uyurken kalbi duruyordu. Ama öyle az buz değil, defalarca.

Ben de hep bi kameram olsun da, düzeneği ayarlayıp uyurken kendimi çekeyim isterdim. Aslında hala da istiyorum. Belki olur.

Tabi bu belgesel sırasında, bir önceki gece ütopyalar tarihine yönelik araştırmalarım vesilesiyle toplam 3 saat uyumamdan kelli 12 dakikalığına uyuyuvermişim. Bu da işin trajik yanı olsun bakalım.