29 Kasım 2008 Cumartesi

Depreşyon

Bu kişi servis dışıdır.

This person is out of service.

25 Kasım 2008 Salı

Devamı var, bitmedi aşkımız

Dargın Mıyız albümüyle ilgili anılarım bundan ibaret değil. Hani şarkıda diyor ya "Kalksam duraktan dolmuş gibi / Arka koltukta unutulmuş gibi"

İşte bir gün yine Onurlar'dan çıkmışım, sabahın köründe, o bahsettiğim yokuşu inmeden play tuşuna basmışım ve dolmuşa binmişim. O saatlerde (Sabah 8-8.15 arası) Gültepe - Beşiktaş dolmuşları balık istifi kıvamında olur. Ben de cama yüzümü yapıştıracak şekilde dolmuşa binmişim. Metrocity'nin önünde dolmuş boşalmış, ben de şansıma en arkanın önündeki ikili koltuğun cam kenarına oturmuşum (bahsettiğim yer bi dolmuşta en sevdiğim yerdir. Bir de en arka dörtlü koltuğun en sağını severim. Böyle önünde koltuk arkası olmayanlardan, cam kenarı). Neyse işte ben bi güzel yerime kuruldum, sonra da hemen uykuya daldım. Şehirlerarası otobüslerdeki ayık halimin tersine şehiriçi ulaşımda uyumak en sevdiğim şeydir. Ben uyudukça uyudum.

Gözümü açtığımda bi adam omzumu dürtüyordu. Meğer biz Beşiktaş'a çoktan gelmişiz, hatta Tansaş'ın arkasındaki durakta bi kısım yolcular inmiş, geri kalanı da köprünün altındaki durakta inmişler. Ben ve şoför de dolmuşun eeen son durağına kadar tıngır mıngır gitmişiz. Tabi ben uyuyorum. Bilenler bilir beni uyandırmak öyle kolay şey de değildir hani. Gözümü açtığımda adamcağız "abla arabayı kapatıcam, inmicen mi?" diyordu. Kim bilir kaç kere söyledi bunu.

Üzüldüm bak şimdi.

24 Kasım 2008 Pazartesi

Sabah sabah

Sabahın köründe sokaklara çıkmak istiyorum. Böyle yürümek filan.
Bundan üç sene önce Ayşegül'le aynı evde kalıyorduk ama aramız çok kötüydü. O zamanlar tek odalı bi ev yerine, 2+1, genişçe bi mutfağı olan, kocaman aynalı dolaplı bi banyosu ve kombisi olan Fulya'da bi evde yaşıyordum. Ne var ki mutsuzdum, ev arkadaşımla anlaşamıyordum. Onurlar'da kalıyordum. Bi ara İlter bana mp3 çalarını vermişti. İki-üç günlüğüne filan. Mp3 çalarda da Ezginin Günlüğü'nün Dargın Mıyız albümü vardı. Hatta tam şu şarkıyla başlardı:

Eksik bir şey mi var hayatımda
Gözlerim neden sık sık dalıyor
Eksik bir şey mi var hayatımda
Gökyüzü bazen ciğerime doluyor

Öyle bir şey ki bu kolay anlatamam
Atsan atılmaz, satsan satamam
Eksik bir şey mi var, anlayamam
Bak çayım sigaram, her şeyim tamam

Kalksam duraktan dolmuş gibi
Arka koltukta unutulmuş gibi
Terliklerimle gelsem sana
Sonunda aşkı bulmuş gibi


Her sabah okula giderken, buz gibi havada sokağa çıkar, o yokuşu inerken daha play tuşuna basar, okula giderken onu dinlerdim. Öyle güzel gelirdi ki o Gültepe'nin çirkin sokakları ve garip bakışlı halkı.
Hala özler dururum o sabahları.

Bi de nedir bu eksiklik?

18 Kasım 2008 Salı

Son 24 saat içinde sinirlerimi bozan şeyler

Yağmur yağıyor dünden beri ve hayatını sokaklarda geçiren biri olarak bu ıslak hayattan çok sıkılıyorum. Bir de şu yol kenarındaki su birikintilerini ıskalamadan geçen ve her bir saç telimi bile çamura bulayan amcalar var ya, onlara ifrit oluyorum.

Yol kenarında bekletilmiş, asfaltta demlendikten sonra bakır imbiklerde damıtılıp, araba tekerleğiyle tüm bedenime püskürtülen suyla tam üç kere yıkandım. Ne hoş!

Sinemada Yeni Dalga (Nouvelle Vague) akımının temsilcisi Alain Resnais'nin L'Année Dernière à Marienbad adlı filmini 3. kez, Hiroshima Mon Amour filmini de 2. kez izledim. L'Année dernière à Marienbad'daki kadın oyuncu Delphine Seyrig'in sürekli sağa yatık boynunu ve sol omzuna doğru uzatılmış kolunu düşündükçe çıldırasım geliyor. Filmi izlerken ekrana terlik atasım geldi. Çok şükür bugün sınavını olup, birbirinden saçma ve bana ait olmayan cümleleri kurduktan sonra kendilerini bir an önce hafızamdan atmaya karar verdim.

Bu sabah sınavım olması sebebiyle okula biraz daha erken gitmeye karar verdim ve amacıma uyacak şekilde 07.45'te uyandım (ben de çok şaşkınım). Şaşkınlığım çok uzun sürmedi ve 15 dakika daha uyumaya karar vererek gözlerimi kapadım, tekrar açtığımda saat 09.05'ti. Sınava geç kalmak üzereydim, paldır küldür evden çıktım. Benim için her sabah tekerrürden ibaretmiş meğer.

Kredi kartıma para yatırdım, bankalardan bir kez daha nefret ettim.

Hava çok soğuk, üşüyorum. Mümkünse yaz gelebilir mi? Bir de annemi özledim galiba, biri bana uğrayıp biraz benimle ilgilenirse çok sevinirim. Ne biliyim çorba yapmak olur, kahve koymak olur, meyve soymak olur, aklınıza ne gelirse işte.

Biri de şu omuzlarıma masaj yaparsa çok mutlu olurum.

11 Kasım 2008 Salı

Nükte

Saçmalamak herkesin hakkıdır.
Anonim

6 Kasım 2008 Perşembe

Acılarla yüreğimi kanattın

Ben küçükken Soner Arıca diye birisi vardı. Böyle uzun boylu, zayıf, sarı saçlı bi abiydi, tabi şimdi amca olmuştur kendisi. Sevgili Soner'in Deniz Gözlüm diye bi şarkısı vardı:
Deniz gözlüm benim, senin için hazırım
Eğer ölüm gerekse, ölmeye giderim...
O zamanlar pek modaydı yan sınıftan bi oğlana aşık olup bu şarkıyı söyleyerek içlenmeler filan. Ah o ergenliğimin karanlık günleri! Bir de "Acılarla yüreğimi kanattın, söz vermiştin ama sen beni aldattın, Tanrı hesap sorsun benim için sana, beni yaktın gittin vefasız" diye nakaratı olan bi şarkısı vardı. Bu şarkı da o yan sınıftaki aşık olunan oğlan başkasıyla çıkmaya başlayınca söylenirdi.

İlkokuldan sonra hazırlık sınıfını da Merzifon Anadolu Lisesi'nde okudum. Bilmeyenler için hemen hatırlatalım; Merzifon, Orta Karadeniz'de bulunan Amasya iline bağlı küçük bir ilçedir. Merzifon'dan sonra İzmir'e taşındık ve orta ve lise öğrenimimi orada tamamladım. İzmir'e ilk geldiğimiz sene çok yalnız ve mutsuzdum. Zaten ergenim ve alayına karşıyım, bir de üzerine o 'koca' İzmir gelince, dünyaya küsmeye hazır haldeydim. Tabi o zamanlar İzmir benim için derya mübarek. Sürekli kaybolurum endişesiyle dolaşılan sokaklar falan filan.

İzmir'deki ikinci senemizdi yanılmıyorsam. Karşıyaka İskelesi'nin üzerine kocaman bi D&R mağazası açılmıştı. O zamanlar kaset satın almak pek bi önemliydi. Ne kadar kasetin varsa o kadar entellektüeldin. Ben de entellektüel bi ergen olarak (!) D&R'da aldım soluğu. Beğendiğim bi kaseti elime aldıktan sonra bir de İpek Ongun ve Gülten Dayıoğlu kitaplarının olduğu raflara bakayım dedim. En alttaki raflara bakınırken bi adamın ayaklarının dibinde aldım soluğu. Hemen başımı kaldırdım, bi de ne göreyim:o ayaklar Soner Arıca'ya ait.

Meğer o gün Soner Arıca'nın imza günü varmış. Hemen bi heyecan sardı içimi. Adamın ayaklarının dibinde bitivermişliğimi unutarak kaptığım gibi Soner Arıca kasetimi bi koşu imza almaya gittim. Tam kasadaki sırayı aşıp paramı ödedim, heyecanla imza almaya gittim. Ama Soner Arıca'nın yerinde bi masa ve boş bi sandalye vardı. O heyecanlı güruh da dağılmıştı. Ben de kasedimi bağrıma basarak evimin yolunu tuttum.

İşte geçenlerde bu anıyı hatırlayıp gülerken "N'oldu bu Soner Arıca'ya acaba" diye düşündüm, ama nete girip bakmaya da üşendim. Bugün Beşiktaş'ta yürürken bi afişte gördüm kendisini. Abdullah Şahin Halk Tiyatrosu tarafından sahneye koyulan Çılgın Yenge isimli oyunda yer alıyormuş. Az önce kendisinin resmi internet sitesine baktım (adamın resmi sitesi bile var) her cumartesi Nanna isimli bir restoranda sahne alıyormuş. "Soner Arıca ile romantizm dolu geceler" yazıyordu. Korkuyorum anne.

4 Kasım 2008 Salı

Kişinin teki; senin gibi, benim gibi

Şık Latife de kişinin teki
Senin gibi, benim gibi*

diye başlar şarkı. Aslında beni en çok etkileyen öğleden sonra Nünü'nün telefon etmesi.

Hayat geçip gidiyor, doldur boşalt, doldur boşalt. Herkes, her şey, hepsi aynı. "Yoksa siz de farklılaştıramadıklarımızdan mısınız?" diye sorasım geldi. Ya da farklılaştırıp, aynılığını gördüklerimden misiniz?

Neresinden tutsam olmuyor. Nerelerini tutsam da savurup atsam. Şöyle tereyağından bal çeker gibi olsa misal, Hasibe Teyze'ye gülseler. Ley ve gezbiyenler diye bir şey de olsa. Ben olmasam bazen. Ya da ben başka bi şey olsam. Yalnızlığa dayanamayıp uyusam bazen. Böyle bi ayı gibi kış uykusuna yatsam. Eminönü'de millete köpek diye ayı satıyorlarmış. Bunu düşünüp bağıra bağıra gülesim geliyor. Böyle bi yerden yere atasım var kendimi.

Uyuyuşunu görüyorum, tam karşımdasın, hırıl hırıl bi ses geliyor içinden. Sıcacıksın. Atletin ve donun var üstünde. Banyodan yeni çıkmış oğlan çocuğu gibisin. Üşümekten korkuyorsun. Uyku sersemi elinin dokunduğu yere sarılıyorsun, en yakınındakini öpüyorsun.

Aslında neye tutunduğum aşikâr. Gerçek bi şey var çünkü. Tek bir şey var. Hani o göğsüme yatıp da sıcak sıcak nefes alışın var ya, işte ona bayılıyorum. Öyle bi anda ölebilirim mesela. Öyle bi güzel olsa ölmek. Öle öle sevesim var seni. Bundan öncekileri hiçe sayarcasına, en baştan, sil baştan daha bi delirerek sevesim geldi bu akşam seni.
* Bülent Ortaçgil, Benimle Oynar Mısın?, 1974