21 Ocak 2010 Perşembe

Sabret, sabret inci tanem bekle beni

Tezimin girişi için yazdığım 7 sayfalık (kiloda hafif ama pahada ağır cinsinden) bölümün, tez danışmanım tarafından veto edilmesi ve at çöpe muamelesi görmesi bünyemde bir şok etkisi yarattı diyebilirim. Hani böyle boğazınıza bi şey düğümlenir, ağlayamazsınız bile, öyle yumruk gibi kalır. Ben de o 7 sayfayı yuttum, top olup boğazımda kaldı. Gözyaşlarım sel olup aksın isterdim ama olmadı.

Bu şok etkisinden hemmen sıyrılıp soluğu kütüphanede aldım. Günlerdir kütüphaneyi mesken tuttum. Meğer orası benim evimmiş. Böylelikle sizlere ve sevgili hocalarıma da buradan şu mesajı vermek isterim: Beni sindireceğinizi, susturacağınızı sandınız ama olmadı. Yılmadım, çalışmaya devam ediyorum.

Bu fotoğraftaki mal bakışımı ve yüzümdeki o şahsına münhasır eblek ifadeyi günlerdir muhafaza ediyorum. Kamburum da çok güzel değil mi? Zaten özellikle kambur çalışıyorum ki bir an önce iki büklüm olabileyim. Kıyafetler filan da on numara, haftanın şıkı bile olurum ben. Ben aslında neler olurum da, hadi neyse...

Bu aralar İstanbul çok soğuk. İki gün önce soğuktan ağlamak istiyordum. Sonra dedim yapma zekiye, bak sen adın gibi zeki bi kızsın, ağlamak için kendine daha nice bahaneler bulursun. Beynim her ne kadar bu sözlere inansa da vücudumu kandıramadım. Ve o çıkartmak istediği sıvıyı kâh gözyaşı olur kâh başka bir şey olur illa ki çıkaracaktı. Soğuktan çok üşümüştüm ve çişim şiddetle bastırıyordu. Mahallenin meşhur marketinde kısacık bir alışveriş yapmak zorundaydım; zira evde hiçbir şey yoktu. Markette dolanırken -ki az sonra yazacağım talihsiz vaka, geçen sene aynı markette kasada beklerken de yaşanmıştı- artık kasıklarım zonklamaya başladı. Ben de alışverişi hemen bitirip Ortaköy'ün yokuşlarında bir Heidi edasıyla tırmanışa geçtim. Bir Peter'im eksikti. Derken sokağımın muhteşem yokuşunda kasıklarımdan gelen iç ses kendince bir ses bombasıyla aynı desibelde ses çıkardı ve eve ulaşmama yaklaşık 30 metre kala koyverdim gitti. Evet donuma işedim. Ama çok şaşırmadım. Baktım ipin ucu koptu, ben de saldım artık. Bu durumdaki pek çok insan bir an önce evine ulaşmaya çabalar. Oysa ben ne yaptım? Elimdeki poşetleri kaldırıma koydum, çantamı açtım, fotoğraf makinemi çıkardım ve bu fotoğrafları çektim.




İşte bu kadar. Geçen sene bugün Fransa yolcusuydum. Ayağım çatlak. Heyhat, oysa şimdi ne hallerdeyim.

17 Ocak 2010 Pazar

Le yazı nobranic

Dünden niyetlenmiştim bugün çok uyumaya. Gece 02.30'da yatağa girdim ve 18.30'u biraz geçe yataktan çıktım. Tam 16 saat. İstediğim başarıyı tam olarak yakalayamamakla birlikte fena bir sonuç da sayılmaz hani. Sonra biraz oturup duvara baktım. Karnımdan gelen sesleri bi süre duymamaya çalıştım ama olmadı, gidip kendime iki yumurta kırdım. Yanına bir de çay yaptım. Yeni aldığım peynirden iki kibrit kutusu kadar yedim. Uyanmış, kahvaltımı yapmıştım. Bilgisayarla ilgilendim. Mailler filan. Sonra da başladım beklemeye. Sıkıntıdan ölmeye çalıştım ama olmadı. Çaresizce televizyonu açtım. Bu soğukta Ankara'da eylemde olan Tekel işçilerine 'onlar hiç yoktular, olmadılar' muamelesi çekip İstanbul'da patır kütür sesler çıkarıp kulaklarımızı ve içimizi bi hoş eden hava fişekleri gösteren haber bültenlerine teşekkürlerimi sundum. Kusasım geldi o an ama olmadı. Güya gösterileri Pekin Olimpiyatları'nın açılış gösterilerini de hazırlayan grup düzenlemiş. Çok başarılarmış falan fistan. Sorarım size, havai fişek ne işe yarar? Nedendir? Bana çok anlamsız geliyor. Patır kütür bişi işte. Hadi ışık oyunlarını anlıyorum. Değişik bi şeyler yapıyorlar ışıkla. Öyle uzun pipi gibi duran lazerleri kastetmiyorum. Bu sözlerimden de gösterilere, şunlara bunlara karşı olup hayatını renksiz, soluk solcu dergilerle geçiren bi kadın olduğum anlaşılmasın. Hulasa (bu kelimeyi de kullandım) dün Elle dergisine, bağlı olduğum tiyatro grubuyla birlikte fotoğraflar vermiş bi insanım.
Üşümekten çok sıkıldım artık. Geçen gün beyazçorap'la birlikte ibiza, maldivler gibi sıcak memleketlere yönelik gezi planları yaptık. Ama çok pahalı. E şimdi ibiza'ya gidip sokakta yatmak da olmaz. Sonra dedik zaten, ulen kaç günlük bokuz ki İbiza'ya gitme planları yapıyoruz.
Çok sıkıldım artık bu kararsızlık ve belirsizlikten. Master yapmak istiyor muyum, istiyorsam n'apmalıyım? Master yaparsam ne olur ki? Neler değişir hayatımda? Hadi gidip yaptım diyelim, sonra Türkiye'ye dönünce n'apıcam? Ayda 600 liraya Hürriyet'te çalışıcaksam ne anladım ben o işten? Peki master yapmazsam ne yapmalıyım? Gazete mi televizyon mu? Gazeteyse ne yapmalı, nerelere gitmeli? Televizyonsa ne yapmalı? Yirmi beş (yazıyla daha bir ürkütücü oluyormuş) yaşındayım ve hala "bu da yeni stajyerimiz. ne cici dimi?" muamelesi görmekten çok sıkıldım. Bi şeyler yapmak istiyorum. Kimileri de gelip diyor ki "bence öğrenciliği uzatabildiğin kadar uzat, profesyonel hayat çok zor". İyi de arkadaşım, öğrencilik dediğin de dışarıda akan hayattan izole edilmiş bir adada geçen bir şey değil ki. Senin yaşadığın hayatı biz de yaşıyoruz işte. Hem sen o yaptığın boktan iş için ayda 2 bin lira kazanırken bana kimsenin para verdiği yok.
Bir de tez belası var. "İnteraction entre la presse et les réseaux sociaux" konulu tezimi yazmaya devam etmeli sanırım. Veya televizyonu açıp Okan Bayülgen'i izlemeli. Çok kararsız kaldım şu an. Beni bu kararsızlıklar öldürdü zaten. Bak kendimden de fena halde sıkıldım şu an. Neyse, bu konulara hiç girmek istemiyorum. Hadi bu yazı da burada bitsin artık.

11 Ocak 2010 Pazartesi

Gönlüm hicran, hasret, gamla doldu

Tüm hafta boyunca hiçbi günüm boş değil. Aman ne güzel, ziyadesiyle meşgul, modern şehir hayatına uyum sağlamış kadın imajı. Yesinler beni.

Sabah Onur'u Kıbrıs'a yolcu ettim. Asker de kendisi. Askerliğin ne menem bi saçmalık olduğunu 2 gün boyunca dinlediğim hikayelerle bir kez daha pekiştirdim. Farklı düşünenler için aydınlatıcı olur belki; heykeltıraş bi adam, yontmayı biliyor diye berber olarak askerliğini yapıyormuş. Yok daha neler!

Gece boyunca rüyalar görüp durdum. Alemlerden alemlere aktım bi nevi. Uyudum, uyandım. Yanımdakine bakıp şaşakaldım.

Hani bazen bi şeyi istersin, çok istersin. Sonra birgün gerçekleşir. Hem de öyle bir şey gerçekleşir ki hayal bile edememişsindir. Senin hayalgücü sınırlarının da ötesindedir. Ama gel gör ki köprünün altından çok sular akıp geçmiştir. Ne hayalin gerçekleşmesi, ne de başka şeyler. Bi anlamı yoktur. Öylece bakarsın. Hayat bi kez daha fena halde ağzına sıçar. "N'oldu lan yine" dersin. Öyle bi şeyler işte.

Yine final haftası ve ben yine hiçbir şey yapmak istemiyorum. Varsa yoksa ihale, king oynasın; roman okusun uzaylı zekiye.

1 Ocak 2010 Cuma

İki sıfır on

Nası sinirliyim anlatamam. Böyle bi gerginlik, bişiler filan. Önüme gelene patlayabilirim. Dolunay varmış, ondan diyorlar. Hiç de anlamam bu işlerden ama belki de doğrudur.

Yıl bitti, tarih değişti. Ama benim hayatımda hiçbir şey değişmedi. Zaten Arıza Hanım da söylemiş ya, tarih dediğin nedir ki? İnsan uydurması işte hepsi. Ama bu sayılarla olan manevi münasebetler dolayısıyla ben 2010'u seviyorum. Güzel bi sayı. En azından 2009'dan iyidir. 2009 yılı hayatıın en abuk yıllarından biriydi. Bir de 2001 böyle acayip geçmişti. Zaten ben 2009'dan pek bir şey de beklemiyordum. Buraları önceden takip edenler bilir, bilmeyenlere de hemen şu alıntıyla durumu özetlemek isterim:
"2009 derseniz, ondan pek bir şey beklemiyorum."*

Yılbaşı akşamında bi arkadaşımın evindeydim. Eve biraz gecikmeli ulaşmamıza rağmen 1,5 saat içinde muhteşem bi sofra kurduk. Ama neye yaradı? Yemeklerin çoğu kaldı. Sonra başka insanlar da geldi, sohbet muhabbet, tabu, victoria's secret defilesi (4 kere izlendi), kainat güzellik yarışması derken geceyi tamamladık. Ne sarhoş oldum ne bi şey. Evime geldiğimde saat sabahın 7si olmuştu. Ben de o saatte yapılacak en mantıklı şeyi yaparak bir an önce uyudum.

2009'un kısa bir özetiyle uğraşmak istemiyorum şu an. Zaten buraya yazdım, yazamadıklarımı da bilenler bilir. Her yıl adet olduğu üzere yılın götü ilan edilir bizde. Bu yılın götü benim. Kimseye kaptırmam. Başıma gelenler ve yaptığım saçmalıklarla bu ünvanı sonuna kadar hak ettiğime inanıyorum.

2010 yılına gelince, az önce de söyledim. Ben sayıyı sevdim, kanım kaynadı yani. Bu yıldan beklentilerim de oldukça yüksek. Mezuniyet, master filan derken neler olacak bilmiyorum tabi ama. Ben güzel bir şeyler olacağına inanıyorum.

Ama şu an çok sinirliyim. Allah herkesi benim gazabımdan korusun.