İzmir'e gittim. İstanbul'dan otobüse binerken sağlıklıydım, İzmir'de indiğimde ise domuz gribi olmuştum. Ama yine de domuz gibiydim, nemruttum, kapı kapı dolaştığım hastanelerde önüme gelenle kavga ettim; devlete isyan ettim. Annem bana baktı, günde 15 fincan ıhlamur, 10 füncan da ada çayı içtim. İstanbul'a döndüm. Dönüş yolculuğunda dört şehrin otogarını gördüm, hepsinde davul, zurna ve darbuka kardeşliği içinde asker yollanıyordu. Oysa ortada kardeşlik filan yoktu, basbaya düşmanlık vardı. Sonrasında DTP'nin kapatılması ve ardından "Teröre geçit yok" tarzındaki şovenist söylemler bu tezimi destekleyecekti. Fekat ben öngörüşlü biriydim Ednan, yani babacığım (babamın adının Adnan olması sebebiyle). Neyse. Manisa'ya asker yolladım. Olmadık yerlerden olmadık haberler aldım, şaşırdım, tir tir titredim. Boyumdan büyük işlere giriştim, yüzüme gözüme bulaştırdım. Cep telefonumda mesajlar unutup rezil oldum.
Dergi çıkarttım. Tek başıma yapmadım tabi, ama çok çalıştım. Az önce de yazıları düzeltmekten sıkılıp bunları yazmaya başladım. O kadar düzelttim düzelttim, ama yine hatalar buldum. Merde!
Arkadaşlarımın doğum günleri için yaratıcılık yarışına girdim. Her seferinde yenildim. Bende yaratma vasfı olmadığına kanaat getirdim babacığım. Yenilen pehlivan güreşe doymaz demedim, sahalardan çekildim. Paşa paşa mektubumu yazdım. Bir başka gecede içtim, sarhoş oldum. Yok bu TRT 1'deki Bir Başka Gece değil. Bir diğer gece, bir diğer doğum günü anlamında yazdım. Alkolün etkisiyle Fransızca'ya sardım. Sarhoşluğumdan faydalanmadım ama sonra kendimi kötü hissettim.
Şimdi bu geceye geldim. Aklıma bi şarkı geldi, onu dinledim. Sezen söyledi yine: Yol arkadaşım, nerdesin?
Onur'un gelmeyeceğini öğrendim, sinirim bozuldu. Ama Mart'ta Tolga da gelecekmiş, Onur da gelecekmiş. Aman ne güzel.