21 Ekim 2010 Perşembe
19.10.2010
8 Ekim 2010 Cuma
19 Eylül 2010 Pazar
Françeska Montpellier'de
5 Eylül 2010 Pazar
Giderken
27 Ağustos 2010 Cuma
5 Ağustos 2010 Perşembe
Rûyalar gerçek olsa seni her gün görürdüm
7 Temmuz 2010 Çarşamba
10 Mayıs 2010 Pazartesi
23 Nisan 2010 Cuma
Yamuk yumuk hayatım
6 Nisan 2010 Salı
Aydıns
4 Nisan 2010 Pazar
Geçse de beni unutma, hiçbir aşkını unutma
12 Mart 2010 Cuma
Canım çeker öperim, canım çeker severim
Araştırılması gereken okullar, yapılması gereken master başvuruları, yazılması gereken motivasyon mektupları, başvurulması gereken burslar, okunması gereken kitaplar, yazılması gereken bir lisans tezi, taranması gereken gazeteler, hazırlanması gereken haberler, çıkarılması gereken bir dergi, okunması gereken notlar, girilmesi gereken dersler
bunlara ek olarak alınması gereken kıllar, temizlenmesi gereken bir ev, yıkanması gereken çamaşırlar, bulaşıklar, yapılması gereken banyo, ütülenmesi gereken kıyafetler, düzenlenmesi gereken çekmeceler, atılması gereken çürük domatesler
ve daha niceleri beklerken ben uyuyorum. Hem de öyle böyle değil; her gün 10 saat uyumadan kalkmıyorum. Canım hiçbir şey çekmiyor (bkz. içeriğe uygun başlık).
3 Mart 2010 Çarşamba
Hatta unut ne varsa verdiğim al götür öyle git
Birazdan yazacaklarım arasında doğrudan bir bağlantı aramayınız. Aralarındaki tek ortak nokta, tüm bu yazacaklarımın buluştuğu beden ve hayattır. Tabii ki kendi hayatımdan ve benden bahsediyorum.
Sanmayınız ki bu blogu unutmuştum. Tam aksine sık sık bakıyor ve her baktığımda da o korkunç fotoğraflarımı gördükten sonra ortalığa yayılmış pis bir osuruk kokusu duyunca yaptığım gibi suratımı buruşturup sayfayı kapatıyordum.
Hayatımda yaşadığım gel-git dönemlerinden ve kafa karışıklığından mütevellit neler yazacağımı bilemiyorum. Ancak şunu belirtmeliyim ki çok mutsuzum. Danalar gibi mutsuzum ulen! Bakmayın öyle orada burada ahkam kestiğime, içimde ne fırtınalar kopuyor bir ben bilirim.
Korkunç final dönemini müteakip bastıran çetin kış koşullarıyla savaşıyordum ki gönlümde bir yangın başladı sevgili insanlık. Ha insanlık demişken, bir dostumun da zamanında söylediği gibi benim insanlıkla bir problemim yok; hülasa hümanist biri olduğumu söyleyebilirim. Benim problemim insanlarla.
Neyse, gönlümdeki yangın diyordum, erkeklerin büyük (ama cidden büyük) bir çoğunluğunun puşt olduğunu fark ettikten sonra gönlümde aniden başlayan yangın yine aniden sönüverdi. Üzgünüm ama hepiniz olmasa bile birçoğunuz puştsunuz sevgili pipililer.
Final döneminden sonra gelen yarıyıl tatilini ev-iş-ev sarmalında geçirdim diyebilirim. Gece 2'de eve geliyor, 4 gibi uyuyor, akşam 6'da kalkıyor 8'de yine işte oluyordum. Çok eğlenceli dimi? Daha da eğlencelisi, bir gün öyle bir uyumuşum ki (bkz. ölümüne uyku) akşam 22.30'da gözlerimi açtım ve işe gidemedim.
Zamanı iyi kullanma yöntemlerini bi güzel pratik ettiğim tatil döneminden sonra zillerin çalmasıyla birlikte (eteklerimdeki zillerden bahsediyorum) tekrar okul başladı. Kayıt filan derken bir de DELF sınavına girdim. Hatta 2 gün önce sözlü sınavı bile vardı. Neyse bu konulara hiiç girmek istemiyorum.
Gel zaman git zaman bugünlere kadar geldik. Şimdi sorarım size, hayatı iş, okul, aşk-ı memnu ve lost izlemekten ibaret olan birinin nasıl olur da blog yazması beklenir? Şu bomboş hayatım ve çöplük beynimin en güzel özeti budur sevgili insanlık.
Bir sonraki yazımda bizim programın daimi konuğu olan Nazlı Ilıcak'ın ne kadar nemrut bir insan olduğuna değinmeyi planlıyorum. Bakalım.
21 Ocak 2010 Perşembe
Sabret, sabret inci tanem bekle beni
Bu şok etkisinden hemmen sıyrılıp soluğu kütüphanede aldım. Günlerdir kütüphaneyi mesken tuttum. Meğer orası benim evimmiş. Böylelikle sizlere ve sevgili hocalarıma da buradan şu mesajı vermek isterim: Beni sindireceğinizi, susturacağınızı sandınız ama olmadı. Yılmadım, çalışmaya devam ediyorum.
Bu fotoğraftaki mal bakışımı ve yüzümdeki o şahsına münhasır eblek ifadeyi günlerdir muhafaza ediyorum. Kamburum da çok güzel değil mi? Zaten özellikle kambur çalışıyorum ki bir an önce iki büklüm olabileyim. Kıyafetler filan da on numara, haftanın şıkı bile olurum ben. Ben aslında neler olurum da, hadi neyse...
Bu aralar İstanbul çok soğuk. İki gün önce soğuktan ağlamak istiyordum. Sonra dedim yapma zekiye, bak sen adın gibi zeki bi kızsın, ağlamak için kendine daha nice bahaneler bulursun. Beynim her ne kadar bu sözlere inansa da vücudumu kandıramadım. Ve o çıkartmak istediği sıvıyı kâh gözyaşı olur kâh başka bir şey olur illa ki çıkaracaktı. Soğuktan çok üşümüştüm ve çişim şiddetle bastırıyordu. Mahallenin meşhur marketinde kısacık bir alışveriş yapmak zorundaydım; zira evde hiçbir şey yoktu. Markette dolanırken -ki az sonra yazacağım talihsiz vaka, geçen sene aynı markette kasada beklerken de yaşanmıştı- artık kasıklarım zonklamaya başladı. Ben de alışverişi hemen bitirip Ortaköy'ün yokuşlarında bir Heidi edasıyla tırmanışa geçtim. Bir Peter'im eksikti. Derken sokağımın muhteşem yokuşunda kasıklarımdan gelen iç ses kendince bir ses bombasıyla aynı desibelde ses çıkardı ve eve ulaşmama yaklaşık 30 metre kala koyverdim gitti. Evet donuma işedim. Ama çok şaşırmadım. Baktım ipin ucu koptu, ben de saldım artık. Bu durumdaki pek çok insan bir an önce evine ulaşmaya çabalar. Oysa ben ne yaptım? Elimdeki poşetleri kaldırıma koydum, çantamı açtım, fotoğraf makinemi çıkardım ve bu fotoğrafları çektim.
İşte bu kadar. Geçen sene bugün Fransa yolcusuydum. Ayağım çatlak. Heyhat, oysa şimdi ne hallerdeyim.
17 Ocak 2010 Pazar
Le yazı nobranic
11 Ocak 2010 Pazartesi
Gönlüm hicran, hasret, gamla doldu
Sabah Onur'u Kıbrıs'a yolcu ettim. Asker de kendisi. Askerliğin ne menem bi saçmalık olduğunu 2 gün boyunca dinlediğim hikayelerle bir kez daha pekiştirdim. Farklı düşünenler için aydınlatıcı olur belki; heykeltıraş bi adam, yontmayı biliyor diye berber olarak askerliğini yapıyormuş. Yok daha neler!
Gece boyunca rüyalar görüp durdum. Alemlerden alemlere aktım bi nevi. Uyudum, uyandım. Yanımdakine bakıp şaşakaldım.
Hani bazen bi şeyi istersin, çok istersin. Sonra birgün gerçekleşir. Hem de öyle bir şey gerçekleşir ki hayal bile edememişsindir. Senin hayalgücü sınırlarının da ötesindedir. Ama gel gör ki köprünün altından çok sular akıp geçmiştir. Ne hayalin gerçekleşmesi, ne de başka şeyler. Bi anlamı yoktur. Öylece bakarsın. Hayat bi kez daha fena halde ağzına sıçar. "N'oldu lan yine" dersin. Öyle bi şeyler işte.
Yine final haftası ve ben yine hiçbir şey yapmak istemiyorum. Varsa yoksa ihale, king oynasın; roman okusun uzaylı zekiye.
1 Ocak 2010 Cuma
İki sıfır on
"2009 derseniz, ondan pek bir şey beklemiyorum."*